Levent Buda'nın köşe yazısı;

Teşbihte hata olmaz.

Şiddette de sağlık olmaz.

İlkel beyne bakalım. Tehlike anında ya kaçıyor ya da savaşıyor. Bu genlerimizde var. Savaşmayı seçersek korunma ve yaşamda kalma adına oluşan stres hormonları ile birlikte bolca androjen (erkeklik hormonları) salgılanıyor ve saldırgan davranış ortaya çıkıyor. Sonuç itibari ile bu biyolojik bir tepki ve genlerimizde var deyip geçebiliriz.

Yok öyle biyolojik sebeplere sığınmak. İnsan ilk yazımdan beri yazdığım gibi çevresi ile bir olan biyo-psikososyal karmaşık bir varlık. Sadece biyolojik temelleri ile açıklanamayacak kadar karmaşık bir matriks önümüzde dururken şiddet bizim alt beyin fonksiyonlarımıza sığamayacak kadar karmaşık. Hem o ormanda gezerken karşına saldırgan bir canlı çıkınca verilecek bir tepki. Oysa ki artık bir arada yaşadığımız ve yarattığımız muhteşem sivilizasyonumuzda böylesi tehlikeler yok.

Gelelim psikolojik boyutuna.
Evet, bir insanın bende bir şeyler ters gidiyor deyip, bir uzmana yönelmesinden daha doğal ve medeni bir davranış modeli olamaz. Bu fiziksel şikayetler için olabildiği gibi zihinsel şikayetler için de olabilir. Ancak gün geçtikçe artan oranlarda psikofarmasötik ilaç kullanımında da artış var. Yani bireysel psikolojimiz bozuluyor. Böylesi durumlarda da yine bireysel özelliklerimize uygun olarak tepkiler veriyoruz. Ancak araştırmalar göstermiş ki, mutluluk hormonlarının azlığında şiddet daha yaygın gösterilen bir davranış modeli. Yani psikolojim bozuk bir bahane gibi dursa da şiddetin açıklanması için yeterli bir argüman değil.  

Sosyolojik yani toplumsal boyutuna bakınca son zamanlarda en çok konuştuğumuz konular neler bakalım: “Kadına Şiddet”, “Çocuğa Şiddet”, “Hayvana Şiddet”, “Sporda Şiddet” ve “Sağlık Çalışanlarına Şiddet” aklıma geliverenler. Ama toplum içinde daha pek çok yansıması var bunların ve konuşacağımız çok boyutu ortaya çıkacak. “Komşuya Şiddet”, “İş Ortamında Şiddet = Mobing ve ardından Gelenler”, “Okulda Şiddet” bu konular artarak konuşulacak. Zira şiddet kamusal alana çoktan sirayet etmiş gözüküyor. Sosyolojik laboratuvar gibi bir ortamda yaşam mücadelesi veren biz bireyler de ilkel beynimizin hükmüne daha fazla girerek, yani içgüdülerimizle hareket ederek ya kaçıyor ve siniyoruz ya da vahşileşiyoruz.

Gelelim bir hekim olarak benim duygu ve düşüncelerime: yaptığımız iş pek çok diğer işe göre kendi içerisinde çok stres ögesi barındıran bir meslek.
Gelelim bir hekim olarak benim duygu ve düşüncelerime: yaptığımız iş pek çok diğer işe göre kendi içerisinde çok stres ögesi barındıran bir meslek.
Çünkü ana teması insan ve onun yaşam ve sağlık sorumluluğu. Bir de üzerine pandemi koşullarını eklerseniz yük artıyor. İşin gereği olarak zaten sağlık çalışanlarının enfeksiyon riski diğer insanların riskine göre daha yüksek, üzerine bir de Covid-19’u eklerseniz, risk çok büyüyor. Durum böyle iken, üzerine hastanın ve bir de kendimizin hayat sorumluluğu eklenince stres kaynağı elbette yükseliyor. Tabii ki bir de sosyolojik stresin argümanlarını biz sağlık çalışanları olarak üzerimizde en az diğer bireyler kadar yoğun hissediyoruz. Bu da bizim açımızdan durum analizi.

Biz sağlık çalışanları insanı çok sevmeyi gerektiren bir kariyerin mensuplarıyız ve işimizin büyük kısmı hastayı anlamak. İşimizin bu büyük kısmını yapmak için çok çabaladığımız bir gerçek ve bunu yaparken, bunun yanında pek çok durumu da yönetmek ile mükellefiz. Hasta yakınlarını yönetmek de işimizin bir parçası. Sağlığın metalaştırılması, yoğun hasta trafiği, bürokratik işlemler, yoğun talepler arasında koşuşturmaları düşünürseniz, bir teşekkürü hak ettiğimizi düşünmek bir taraf olarak hakkımız diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.

Ancak şu anda oluşan şiddetli ortam sağlık üretmeye yönelik kurumlarda da meslektaşlarımı hedef almış durumda. Kamusal alanda kanıksanmış bu şiddet böyle giderse her ortama sirayet edecek. Bütün ortak kullanımlı okul, adliye, ibadethane gibi ortamlara ve en sonunda öz mekânımız olan evlerimize kadar yaygınlaşacak. O yüzden hızlıca çözümlerini konuşmamız gerektiği gibi, çözüm önerilerinin ve önlemlerinin ciddi bir şekilde takibi yapılmalı ve uygulanmalıdır.

Şu an içi yanan, birlikte çalıştıkları öldürülen, şiddete maruz kalan bir sağlık çalışanı olarak bu yazıyı yazmış olabilirim. Ancak şunu da söylemek isterim:

Teşbihte hata yoktur,

Şiddette de sağlık yoktur,

Ve asla şiddet meşrulaştırılamaz.

Editör: TE Bilisim