Dünyayı kasıp kavuran koronavirüsün (Kovid-19) etkileri devam ediyor. Pandeminin başladığı ilk dönemlerde belli başlı bazı tedbirler alınırken, ülke ekonomilerinin ciddi anlamda etkilenmesi nedeniyle bu tedbirler zamanla gevşetildi. Pandemiyle birlikte “ekonomik kaygılar” ile altüst edilen sağlık alanına yeteri kadar değer verilmediği anlaşılırken, bu durum ne yazık ki uzun sürmedi. Diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de bu durum farklı değil. Pandemi başında “Beyaz önlüklü kahramanlar”, “Hakkınız ödenmez” denilen hekimler şiddetin pençelerine terk edildi. Her gün yeni bir hekim görevinin başında şiddete maruz kalırken, iktidarın bu konuda göstermelik adımlar dışında hiçbir şey yapmaması ise sağlığa yönelik 20 yıllık politikalarının özeti.

Sağlık alanında yaşanan şiddeti ve son dönemde artan pandemi ile ilgili yapılması gerekenleri İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ertuğrul Oruç ile konuştuk.

AKP ile şiddet arttı

Sağlıkta şiddetin yeni olmadığını, AKP iktidarının uygulamaya koyduğu Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla birlikte tırmanışa geçtiğini dile getiren Oruç, son birkaç yıldır iktidarın yapısal, ekonomik ve siyasi krizleriyle birlikte toplumda şiddet eğiliminin arttığını ifade etti. Toplumun genelindeki şiddet eğiliminin sağlık alanına da yansıdığının altını çizen Oruç, “Son birkaç yılı ayrı değerlendirmek gerekiyor. Memleketin siyasi ve ekonomik yapısıyla da ilgili yalnızca sağlık alanında değil. Toplumun genelinde şiddetin hakim oluşunu hepimiz yaşıyoruz. Bunun sağlığa yansıması da sağlıkta şiddet şeklinde oldu. Fakat sağlıkta şöyle bir şey var: Sağlıkta 20 yıldır adım adım örülmüş oldu, onun dezavantajını yaşıyoruz. Sağlık çalışanlarının şiddet gördüğünde ulaştığı bir hat var. Bir kayıt alma mekanizması var. Aradığımız zaman son 5 yılda sayıların her yıl ikiye katlandığını görüyoruz. Ki bu sayılar sadece kayıt altına alınan sayılar. Büyük çoğunluğu fiziksel şiddetin yaşandığı vakalar. Sözlü şiddet çok da bildirilmiyor çünkü çok uzayan bir süreç. Buna rağmen sayıların ciddi şekilde arttığını görüyoruz” ifadelerini kullandı.

Kaos şiddeti getiriyor

AKP’nin 20 yıllık sağlık politikalarından hem hekimlerin hem de vatandaşların tatmin olmadığını kaydeden Oruç, “Siyasi iktidarın söyleminin aksine sağlık hizmetinin kamudaki yoğunluğu, ek ücret vermesi gibi sarmal içine düştüğünü anlayınca, o alandaki sağlık çalışanına, doktora, sözlü veya fiziksel şiddet olarak yansıyor. Sağlık çalışanı için de şöyle bir durum var: Sağlık çalışanına ‘İstanbul’da çok fazla hasta yükü var. Bu hastaları daha sık göreceksiniz’ deniliyor. Örneğin 5 dakikada bir muayene açma gibi önümüze dayatmalar geliyor. Ve siz 5 dakikada muayene gibi bir şey açarsanız ne doktor hastasını düzgünce anlayıp muayene edebilir ne tedavi şeması düzenleyebilir ne de hasta bundan bir şey anlar. Buradan çıkacak şey elbette kaos oluyor. Kaos da şiddeti yaratıyor” dedi.

Bakanlık duyarsız

Sağlık Bakanlığı’nın ve hükümetin şiddet konusunda duyarsız olduğunu vurgulayan Oruç, “Örneğin sağlık merkezlerine silahla, delici, kesici aletlerle insanlar rahat bir şekilde girebiliyor. Bir şiddet yaşandığı zaman da mevcut yasalar gayet esnek olduğu için hiçbir şey yapılmıyor. Bu da sağlıkta daha fazla şiddetin yaşanmasının önünü açıyor. Aslında hem sağlık çalışanları, doktorlar mağdur hem de vatandaş mağdur ama esas sorumlu kendisini oradan ayırıp yokmuş gibi davranıyor” diye belirtti.

Ücretsiz sağlığa geçilmeli

İstanbul Tabip Odası olarak sağlıkta yaşanan sorunların çözümünün radikal değişimlerden geçtiğini ifade eden Oruç, 90’lı yıllarda kısmen de olsa daha iyi bir noktada olduklarını kaydetti. Oruç, piyasalaşma ve özelleştirmenin nüfuz ettiği sağlık alanında durumu tersine çevirmenin gerektiğini belirterek, “Devletin finansör olduğu, ücretsiz ve nitelikli şekilde bunu planladığı bir sağlık sistemine geçmemiz gerekiyor. Açıkçası bu siyasi iktidarla olacak gibi gözükmüyor” ifadelerine yer verdi.

Etkin yasa ve X-Ray cihazı

Sağlıktaki politikaların acilen değişmesi gerektiğine dikkati çeken Oruç, acil talepler olarak söyleyebilecekleri iki şeyi zaten daha önce deklare ettiklerini aktardı. Taleplerini ise “Birincisi etkin bir sağlıkta şiddet yasası kısmen caydırıcı olabilir. Örneğin tutuklamanın esas haline getireceği bir yasa önlemez ama kısmen caydırıcı olabilir. İkincisi sağlık merkezlerine X-Ray cihazı vb. metotlarla kesici, delici silahlarla girilmesinin önlenmesi ilk adım atılacak şeylerden bir tanesi” şeklinde sıraladı.

Her şey para oldu

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ilk uygulandığı yıllarda iktidarın ekonomik anlamda elinin daha güçlü, döviz kurlarının ise daha makul seviyelerde seyrettiğini ve böylelikle Sağlıkta Dönüşüm denen programı finanse edebildiğini vurgulayan Oruç, “Sağlık sistemine 10 yıl finansman anlamda bir aktarım oldu. Ancak ekonomik ve siyasal anlamda işler sıkıntıya girdiğinde buraya ekonomik finansmanın kesildiğini gördük. Finansmanın kesildiği anda burada şöyle bir sağlık ortamı vardı: Hekimleri ve sağlık çalışanlarını yalnızca parasal anlamda güdülemeyi amaçlayan, yalnızca hasta bakmanın kutsandığı ve niteliğinin sorgulanmadığı, sadece kaç tane hastaya bakıldığı, kaç tane tetkik istendiği anlamında özel sağlık piyasasının yarı yarıya hakim olduğu bir sağlık alanı vardı. Tabii ki bunların hepsi ciddi manada para demek, ciddi maliyetler demek. Kamunun üstünde ciddi bir yük vardı. Buradan çekildikçe sağlık çalışanları başta olmak üzere alım gücü çok düştü. Çalışma koşulları da beraberinde kötüleşti. Sağlık sistemi içinden çıkılamayacak bir hale gelmiş oldu. Aslında bir keşmekeşin içindeyiz” şeklinde konuştu.

Bakanlık sorumluluktan kaçıyor

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın virüsün “Günde 40 kat arttı” açıklamasına da değinen Oruç, vaka sayılarının hem Türkiye’de hem de dünyada ciddi bir şekilde arttığını söyledi. Koca’nın virüsün öldürme, ağır hastalık yapmama potansiyelinin olduğu yönündeki açıklamalarının ise gerçeği yansıtmadığının altını çizen Oruç, “Bakanlık, topluma bununla ilgili ek bir önleme gerek yokmuş havası vererek korkulacak bir durumun olmadığına dair bir mesaj vermiş oluyor. Oysa bu çok yanlış bir mesaj çünkü Kovid-19 özellikle kronik hastalıkları olan aşısız veya eksik aşılı, elli altmış yaşının üstünde olan vatandaşları çok ciddi etkileyebiliyor” diye ifade etti.

Veriler gizleniyor

Virüsün ilk varyant kadar öldürücü ve ağır hastalık yapma potansiyeline sahip olmadığını ancak dünya sayılarına bakılacak olursa şu anda günlük yaklaşık bir milyon vaka bildirildiğini sözlerine ekleyen Oruç, “Hem Türkiye’de hem dünyada bu pandeminin esas başlangıcını düşünürsek, test sayılarının da çok ciddi azaldığını görüyoruz. Türkiye’de şu anda bu verileri bilmiyoruz. Günlük kaç tane test yapılıyor, kaç pozitif çıkıyor, bununla ilgili detayları bilmiyoruz. Mesela il sayılarını bilmiyoruz. Örneğin İstanbul merkez ve başka illerde de var mı, aynı şekilde mi etkileniyor? Bunlar gibi detaylı bilgilerimiz yok. Bunu Sağlık Bakanlığı açıklamıyor” dedi.

Tedbirsizlik salgını artırdı

2022 kışından sonra bahara girildiğinde vaka sayılarında ciddi bir azalış görüldüğünü ancak salgının bitti denecek düzeye inmediğini söyleyen Oruç, “Sadece Türkiye değil, dünyadaki hükümetler getirdikleri bazı kısıtlamaları kaldırmaya başladı. Örneğin toplu alanlarda, toplu taşımalarda maske zorunluluğu gibi aşıya teşvik gibi bazı düzenlemeleri kaldırdılar. Sağlık Bakanı açıklamalarında ‘Artık pandemi bitti, kademeli olarak bunları kaldırıyoruz’ demişti. En son toplu taşımada olmak üzere maske uygulaması kaldırıldı. Kaldırıldıktan sonra virüs yayılacak ciddi bir alan bulmuş oldu. Virüs çok yaygın şekilde dünyada yayıldığı için farklı alt varyantlar geliştirdi. Daha fazla bulaşabilen, aşı ve diğer mekanizmalardan kaçabilen varyantları geliştirmiş oldu” ifadelerine yer verdi.

Cep ile sağlık çelişkisi

Çarkların dönmesi, kârların durmaması amacıyla iş yerlerine, çalışma düzenlerine kimsenin bir müdahale yapmak istemediğini kaydeden Oruç, “Şöyle bir örnek verelim. Örneğin etkin bir izolasyon, karantina uygulanmasının esas yolu iş planlamasından geçiyor, iş düzenlemesinden geçiyor. Kendinizi bir çalışan olarak görün ve evinizde tek maaşlı siz olun. Ve ben size patron olarak, “Evet, Kovid-19 olabilirsin, olduğunda izin almak istiyorsan ben senin maaşından keserim” desem siz Kovid-19 olmak ister misiniz? İsteseniz bunu onaylatmak ister misiniz? Rapor almak ister misiniz? Sonuçta para kazanmak zorundasınız, ailenizi geçindirmek zorundasınız, böyle bir zorunluluğunuz var. Türkiye başta olmak üzere hükümetler insanları cebi ile sağlığı arasında bir tercihe zorunlu kılıyor. Bunun kırılması gerekiyor; bu çok kritik bir an” diye belirtti.

TTB haklı çıktı

TTB’nin “Doğruları söyleyeni dokuz köyden kovarlar” misali hedef alındığını belirten Oruç, pandemi döneminden önce de hedef alındıklarını aktararak, “Pandemi ile birlikte başta sahadan aldığımız veriler olsun, kendi biriktirdiğimiz tecrübe, salgınlar ile olan mücadelemizin geçmişi, bunların hepsini kattığımızda Kovid-19 ile yapılan mücadelenin doğru olmadığını söyledik. Sağlık Bakanlığı’na, hükümete hep çağrılarda bulunduk. Sayıların doğru açıklanmadığı, izolasyon, karantina, temas, takip gibi işlemlerin yapılması gereken esas işlerin doğru yapılmadığı gibi çok beyanımız oldu basına ve kamuoyuna. Tabii hükümetler, siyasiler kendisine muhalif böyle bir sesi istemiyor. Başta çok sert bir karşı duruş sergilemelerine rağmen daha sonra kabul etmek zorunda kaldılar. Pandemi döneminde TTB ve ona bağlı odalar haklı çıkmış oldu. Bunun meşruiyetiyle devam ettik” şeklinde belirtti.

Önlemi halk almalı

Vatandaşların şiddetin bir çözüm olmadığını bilmeleri gerektiğini, sağlık çalışanlarının da böyle bir sistemde çalışmak istemediklerini ifade eden Oruç, sağlıkta şiddete ve salgına dair şu çağrıyı yaptı: “Kovid-19 için Bakanlığa, Cumhurbaşkanlığı’na yazılar yazılabilir. Örneğin toplu taşımada maske zorunluluğunun gelmesine dair algı yaratmak iyi olur. Ama gelmediği takdirde vatandaşların kendisine yönelik çevresini korumak için dolayısıyla toplumu korumak için maske takmalarını öneriyorum. Toplu taşımada veya kapalı bir alanda topluluk halinde bulunduklarında artı bir de aşı meselesi var, eğer aşıları eksikse aşılarını bir an evvel tamamlamalarını tavsiye ediyoruz.”

Ercan Kaplan / Enes Sezgin-Yeni Yaşam

Editör: TE Bilisim